Dünyaya 2020 yılında bir bela dadanmış. Koronavirüs denen bir hastalık, ülkeleri kırmış geçirmiş. Ölümler artmış, nehirler kurumuş, toprak çoraklaşmış. Kimse kafasını kapıdan dışarı bile çıkaramaz olmuş. Doktorlar astronot kıyafetleri giyer, kat kat maske takarak canla başla insanları kurtarmaya çalışırlarmış. Bazı hastalar sağlık çalışanlarının kafasının üstüne bir hale gördüğünü iddia etmişler. Bunu kulaktan kulağa fısıldamışlar.
Bu günlerde, yıllardır tahta pencereli evin önünde filizlenen, goncaları sere serpe cama doğru uzanan bir gül dalı dile gelmiş. Yıllardır kokularını saldığı, her gün ak yüzünü gördüğü şifacı kadın pencereden bakmaz olmuş. Gül dertlenmiş, yapraklarını dökmüş, günden güne kurumuş. Ama şifacı kadının sesinden yayılan ezgileri duydukça kendine gelmiş, yeşillenmiş, tozpembe renklerine bürünmüş.
Şifacı kadın, ellerinle bir dünya yarattın yedi iklimden, göğün getirdiğinden, yeraltının bereketinden. Ben de güzelleştirdim pencereni, aydınlık ettim gününü, şenlendirdim gözünü. Nicedir görmez oldum yüzünü, bir ses ver bana pencerenin ardından, ışığın yansımasından.
Bunu duyan Şifacı Kadın camı hafifçe aralamış, bir şarkıya başlamış:
🎶 Gül, ey gül, sen hep gül
Eğme başını, uzat dalını
Bülbül etrafında pervane
Aklım sendedir, dokunma zülfü yâre
Bir illet geldi başa,
Aman vermez bu çağa, vurmalı dağa taşa
Kokun yaşamdır, dikenlerinden azade
Ey gül, sen hep çiçeklen, gül 🎶
Şifacı kadın günlerce bu şarkıyı söylemiş. Sesi yedi cihanı dolaşmış, yaralara derman, kurtarıcılara güç kuvvet olmuş. O günden sonra insanlar koronavirüsten kurtulmuş. Ağaçlara sarılmayı, denizleri kirletmemeyi, havaya zehirli gazlar salmamasını öğrenmiş. Kerevete çıkanlar gül kokularıyla uykuya dalmışlar.